Kliniğimizde 1996-2019 yılları arasında takip edilen atopik dermatitli olguların epidemiyolojik yönden değerlendirilmesi: Retrospektif, kesitsel, gözlemsel bir çalışmanın ön bulguları


Creative Commons License

Özkaya E., Babuna Kobaner G., Polat Ekinci A., Akarca Kutlay A., Çopur Ş., Günay M. B., ...Daha Fazla

28. Ulusal Dermatoloji Kongresi, Antalya, Türkiye, 24 - 28 Eylül 2019, ss.82

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Antalya
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.82
  • İstanbul Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

GİRİŞ VE AMAÇ: Atopik dermatit (AD), özellikle Avrupa ve Amerika’da sıklığı giderek artan, şiddetli kaşıntılı, inflamatuar bir deri hastalığıdır. Ülkemizde görülme sıklığı, şiddeti ve seyrine ait veriler sınırlıdır. Bu çalışmada, AD olgularının epidemiyolojik özelliklerinin geniş bir hasta grubunda belirlenmesi ve ülke verilerine katkıda bulunulması amaçlanmıştır.

YÖNTEM: Kliniğimizde 1996-2019 yıllarında, hasta dosyalarında kontrol listesi şeklinde yer alan Hanifin & Rajka (H&R) kriterlerine göre AD tanısı alan olguların epidemiyolojik verileri SPSS programına kaydedilerek retrospektif olarak incelendi.

BULGULAR:Devam eden çalışmamızın ön bulguları 362 hastanın (174 erkek, 188 kadın; E:K=1:1.1) verilerini kapsıyordu. Olguların 52’si bebek (<2 yaş), 205’i çocuk/adölesan (2-18 yaş), 105’i erişkindi (>18 yaş). Hastalık süresi 1-480 aydı (ortanca:36 ay). Başlangıç yaşı olguların %43,1’inde <2 yaş, %30,4’ünde 2-10 yaş, %11’inde 10-18 yaş, %15,5’inde >18 yaş idi (erişkin başlangıçlı AD). Başlangıç lezyonu ilk 2 yaşta en sık klasik simetrik yanak ekzeması iken bu yaş grubunun %15,4’ünde fleksural ekzema şeklinde başlangıç dikkat çekiciydi. Fleksural ekzema 2 yaş üzerinde her yaş grubunda en sık görülen başlangıç lezyonuydu (2-10 yaşta %60,5 ve >10 yaşta %54,7). El ekzemasının 10 yaş üzerinde, periorbital ekzemanın ise ilk 10 yaşta daha sık olmak üzere her yaş grubunda başlangıç lezyonu olabildiği görüldü. Olguların çoğunda (n=230, %63,6) klasik morfolojide ekzema izlenirken ilk 10 yaşta numüler, seboreik patern ve friksiyonel likenoid dermatit, 10 yaş üzerinde ise papüler, foliküler patern ve Besnier prurigosu daha sık olmak üzere atipik morfolojide lezyonlar gözlendi. Numüler ve seboreik patern erişkinlerde de nadir değildi.

SCORAD değerlerine göre olguların %68’inde (n=246) hafif, %26,8’inde (n=97) orta, %5,2’sinde (n=19) şiddetli AD vardı. Hafif ve orta şiddette AD’de bile gece uykudan uyandıran kaşıntı varlığı (%16,3) ve kısa remisyon süresi (%26,8) dikkat çekiciydi. Şiddetli AD 10 yaş üzerinde anlamlı derecede daha sıktı (p<0,05). İki erişkin hastada eritrodermi gözlendi. Hastalık şiddeti ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki yoktu. Olguların %31,3’ünde mukozal atopi eşlik ediyordu ve çoğunlukla (%66,2) AD’den sonra başlamıştı. Deri alerji testleri yapılan olgularda yumurta/süt gibi gıda alerjisi (13/123), nikel kontakt duyarlanması (8/36) ve ev tozu akarları ile atopi yama testi pozitifliği (13/29) görüldü. Serum total IgE hastaların %50’sinde yüksekti (>150 kU/L). Sistemik tedavi (kortikosteroid, siklosporin)/fototerapi uygulanması gereken 24 hasta (%6,6) olmuştu. Hastaların %45,3’ünde (n=164) 4 majör H&R kriteri pozitifti. 23 minör kriterden 3-17’si pozitif (ortanca:7) olup en sık kseroz (%85,9), terlemeyle artan kaşıntı (%72,9), yün/tekstil geçimsizliği (%45,6), ön boyun kıvrımı (%44,8) ve Dennie-Morgan çizgisi (%34,3) görüldü. Beyaz dermografizm oranı %10,8 idi. İki yaş üzerinde daha belirgin olmak üzere olguların %22,4’ünde, İngiltere Çalışma Grubu kriterlerinin H&R kriterleriyle uyum göstermediği ve tanı koymada yetersiz kaldığı belirlendi. İki yaş altında ortalama minör kriter sıklığı daha düşüktü ve iki tanı kriteri arasında güçlü bir uyum vardı (%84,6). SONUÇ: Çalışmamızın ön bulguları, erişkin başlangıçlı AD olgularının nadir olmadığını, fleksural ekzemanın bebeklikte de başlayabildiğini, AD’nin numüler/seboreik/foliküler /papüler paternlerle de seyredebildiğini, 2 yaş altında H&R kriterlerinin daha az sayıda olabildiğini, İngiltere Çalışma Grubu kriterlerinin 2 yaş üzerinde tanı için yetersiz kaldığını, şiddetli ve sistemik tedavi gerektiren AD olgularının azlığını, buna rağmen hafif ve orta şiddette AD’de bile uykudan uyandıran kaşıntı ve kısa remisyon süresinin hastaların yaşam kalitesini bozabilecek unsurlar olduğunu göstermektedir.