3. Uluslararası Disiplinlerarası Tiyatro Buluşması: Zaman / Mêkan Sempozyum, İstanbul, Türkiye, 5 - 06 Mayıs 2016, ss.62-74
Don Juan, bir edebiyat miti olarak Sevil Aldatıcısı ve Taştan Misafir adlı eserle birlikte ortaya çıkmış ve ilk kez 1630’lara doğru sahneye konulmuştur. Ancak sıklıkla, eserin adında belirtildiği gibi, tek bir kahramanı olmadığı, iki kahramanının olduğu unutulur: bir yanda Don Juan, diğer yanda ise Kumandan ya da “taştan misafir” durur. Her ikisi de karşı karşıya gelirler ve böylece yazarın iki ayrı mekanı temsil etmesine yardım ederler: gerçek dünyaya ait mekan ve gerçeküstü mekan. İspanyol Altın Çağı’nda tiyatro ve resim, aydınlar ve sanatkârların sıklıkla birbirine denk buldukları iki sanattı, ne de olsa her ikisi de eğlendirerek öğretmek ya da ikna etmek (utile dulci) için aynı tekniği kullanmaktaydılar (imitatio, yani taklit). Bu teknik, tüm Barok Dönem boyunca tiyatro ve resim sanatları arasında yakın bir bağ olmuştu. Bu yakın ilişki, dönemin moda ve akımlarını karşılıklı etkilemiştir. Öte yandan XVII. yüzyılda İspanyol toplumu, aynı anda hem öğretmeyi hem de dini yüceltmeyi hedefleyen kilise resimleriyle yakından ilgiliydi. Dini içerikli resimler, çoğu İspanyolun hayal gücünün şekillenmesinde temel bir rol oynamıştır. Bu yüzden bazı tiyatro yazarlarının ve yöneticilerinin eserlerin halk tarafından kolayca ya da daha iyi anlaşılması için bu bilgiyi kullanmalarına şaşmamalıdır. Bu sunum, Tirso de Molina’nın daha önce “aziz oyunlarında” da başvurmuş olduğu, Aldatıcı’nın ise final sahnesini tasarlamak için tercih ettiği, herkesin bildiği görsel imgeleri (“gizemli görüntüler” tabloları” olarak da adlandırılırlar) nasıl kullandığını göstermeyi amaçlamaktadır. Böylelikle izleyicileri daha bütünsel bir imgelemle buluşturmuş ve metnin yalın halinin izleyicilerde uyandırdığından çok daha öte duygular uyandırmayı başarmıştır.
The character of Don Juan was formed as a literary myth after the play The Trickster of Seville and the Stone Guest and staged for the first time circa 1630. However, it is often forgotten that the play, as its name indicates, does not have only one protagonist but two: on the one hand Don Juan and on the other the Commander of Calatrava or “the stone guest”. Both appear confronted and enable the author to represent two different spaces: the worldly and the supernatural. During the Spanish Golden Age, theater and painting were two arts forms frequently considered equivalent by intellectuals and artists because both arts used the same technique (imitation / imitatio) to teach or persuade amusingly (being utile dulci, “useful and agreeable”). During all Baroque period, theatre and painting maintained a very close interrelation. On the other hand, Spanish society in the XVII century was closely connected to church paintings, which were created to serve as a pedagogical tool as well as a means of religious exaltation. Religious paintings played a fundamental role in shaping the social imaginary of most Spaniards. Therefore many playwrights and theatre managers made use of that common knowledge for a better understanding of their plays. This paper intends to demonstrate how Tirso de Molina used pictorial elements known by general public (so called “paintings of visions”) to prepare the final scene of The Trickster, as it was done in “saints’ comedies”. This way he succeeds in creating sensations in his audience far beyond what the mere text could have achieved, relating to a more complete imaginary.