"Budapeşte Radyosu" (Şiirler) - Yazar: Volkan Hacıoğlu • "İnsan her düşte kaybolabilir, / Bir kasaba postanesinin önünde / Fotoğrafına rastlamak gibi ölü bir şairin / Mimozalar arasından gülümser Zaman." Volkan Hacıoğlu'nun dördüncü şiir kitabı "Budapeşte Radyosu" Şubat 2016’da yayımlandı. 50'li yıllarda Nâzım Hikmet'in ve bir dönem 70'lerde babası şair Muammer Hacıoğlu'nun şiirlerinin okunduğu Budapeşte Radyosu'nun nostaljik hatırası ile şairin yakın zamanda ziyaret ettiği Budapeşte şehrinin kendi üzerindeki izlenimlerinin şiirleştiği bir kitap. Kitapta tarih, roman, hikâye, estetik, tiyatro gibi farklı sanatsal formlardan yararlanılmış. Şair, şiirin şimdiki zamanını hayatın ve hatıraların '-mişli' geçmiş zamanıyla birleştirirken çağımızın sorunlarına da eleştirel yaklaşıyor. Sonuçta ortaya radyo olarak da 'dinlenilebilecek' bir kitap ya da kitap olarak da okunabilecek bir 'radyo' çıkmış. Şiirin tarihten günümüze kadar gelen sesinin hayatın üzerinde yankılandığı lirik-dramatik bir frekans tutturmuş Hacıoğlu. ➤ ❝ “Budapeşte Radyosu,” “Ahenk Kapısı” ile yöntem olarak paralellik gösterir, birbirinin devamı niteliktedir. Kitap, “Açılış”, “Şiir Saati”, “Devrim Şarkıları”, “Radyo Tiyatrosu”, “Akşam Kuşağı”, “Kapanış Suları” gibi ara başlıklarla ilerler. “Lodos” adlı şiirde Volkan Hacıoğlu, nasıl bir şiir istediğinin, ne yapması gerektiğinin işaretlerini verir: “Başka dünyalardan,/ Öteki hayatlardan, uzak zamanlardan/ Çıkagelen fikirler ve insanlar,/ Ya da İdea’lar ve Kendinde Şey’ler/ Kokularıyla, renkleriyle, sesleriyle sarar etrafımızı.” Bu verilerden yola çıkarsak Hacıoğlu’nun, dünya edebiyatına mâl olmuş edebiyatçılar ve düşünce adamlarından oluşan kültürel bir atmosfer içinden kendi şiirini çıkarmaya çalıştığını görürüz. Kolaj şiir diyebileceğimiz bir çalışma yapmış. Alıntılama yaptığı özlü bir sözün, dizelerin çağrışımıyla şiire başlar. Aynı konu ve düşünceyle buluşturduğu başka şairlerin dizelerinden alıntı yapmaktan çekinmez. Genişleyen duygu, düşünce birliği son sözü kendisinin söylediği sona doğru akar. Kitap, “Açılış” bölümüyle, “Bir Rüya Operası” şiiriyle başlar. ‘Rüya’ olarak öteki hayatlardan, uzak diyarlardan ‘şimdi’ye getirilen yerler Viyana, Macaristan gibi Osmanlı izlerinin de yansıdığı Orta Avrupa’dır. Aziz Stephan Kilisesi’nin bulunduğu meydan görsel bir dille şiirleştirilir. Kamera gözüyle bütün meydanların ortak özelliğini yansıtır: yem yiyen güvercinler, müzisyenler, Çingeneler… Nietzche’yi ağlatan atlar… şiire görsel bir tat katar. Kaybolan hayaller, hatıralar; bütün yaşanmışlıklar bir rüyayla başlar ve bu sisli atmosfer uyanışla sona erer. “Devrim Şarkıları”nda tarih içi bir bakışla Chagall, Kandinsky, Lorca, Franco, Turan Emeksiz, Deniz gibi anmalık isimlerle bir perspektif oluşturur. “Ruhi Bey ile Diyaloglar”a özel bir yer açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Şiir, Edip Cansever’in “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı şiirine nazire niteliğinde. Nazire, bilindiği gibi divan edebiyatında, yazılmış bir şiirin aynı konu ve temayla yeniden ele alınışıdır. Ben daha iyisini yazarım, mantığıyla bir meydan okuma havası vardır, ancak Volkan’ın böyle bir niyet taşımadığı görülür. Her şairin içindeki Ruhi Bey’i ele alır. Kendi deyimiyle “Ruhi Bey, Ruhi Bey’leri düşünüyor!” Zamanın geçişiyle panikleyen, varoluş boşluğu yaşayan, bölünmüş benliğiyle şiir yazan şairin iç konuşmalarını; geçmişiyle, eylemleriyle, zamanla hesaplaşan boşluktaki bir karakteri bilinç akışı tekniğiyle ele alır. Edip Cansever’le aynı mekânları dolaşsa da güzel bir ‘buluşma’ şiirinin oluştuğunu görürüz. ❞ ~ Oğuz Özdem, "Ahenk Kapısı'ndan Budapeşte Radyosu'na" BirGün Gazetesi, Kültür Sanat Sayfası, 15 Eylül 2016. ■ ➤ ❝ Zahmetli bir yola çıkmış. Varlıkla yokluğun arasındaki çileye uğramak için dem olmak gerekiyor. Babadan kalan bir gen ya da çalışkanlık ya da sadece yetenek diyelim, yetmiyor. Ama erken kalkan kelimelerin son sesi olmaktan uzaklaşan başka bir ses ve eda ve tavır ve ahenk ve derin harmoni ile ilk kitabını aşarak, oradan taşarak bugünkü şiir yurduna, şiirin geniş avlusuna uzanabilmek zordur, kahırdır, çiledir, acıdır. Önceleyin bunu başarmış Volkan Hacıoğlu. Çok çalışmış belli ki. İnat ve sabrı yeteneğiyle birleştirmiş sonunda. Volkan Hacıoğlu şiiri mi şimdi oraya doğru akalım mı? Doludizgin akalım hem de. İyi şiirler yazmaya mahkûm edilmiş ve yazıyor da. Sessiz ezgilere, deniz gülü şarkıları bırakarak yazıyor birde. Büyülü imgelerle yolculuğa çıkarken, Rilke okuyan kızlara göz kırparak, içindeki o büyük cevhere dokunarak yazıyor. İyi ki de yazıyor. İnanın bana, abartmadan söylüyorum: şimdi benim ve hepimizin böyle nitelikli şiirler yazan bu şairimizden öğreneceği çok güzellikler vardır. Acı çağ gençleri onlar, çöp yiyen çocuklarla yan yana rüya görmüşlükleri vardır. “Mümkünse müsait bir yerde biraz da utanalım” diyebilecek kadar da kendisidir. Yorgun bir hançere kalbini her yere taşır, şiirimizin son evlatlarından, son ağaçlarındandır. Söz gelimi Zola’yı ne güzel anlatır ve itiraf eder. Ve bir şiirini şöyle zarif akıtır dizelerine: “hayat denilen bu varyetenin, son sahnesini son repliği: sonsuz bir Beckett sessizliği” demesi bir mimoza çiçeği değil de nedir? İyi bir şairin suç ortağı sokaklardır çünkü! Bu şiir kardeşim, şairim Volkan Hacıoğlu Türk şiirinin raf ömrünü uzatanlardandır. Onun şiirleri hayattan kopya çekmiyor, onun şiirlerinde ruh var, can var, hasret var, gurbet var. Kısacası ilham, sezgi ve vahiy denilen kavramları canlandıramayanlar şiir yazamazlar zaten. Bu bağlamda keşfe düşenle şiiri zevk edinmek bizi şair ve şiir kardeşliğine yakınlaştırır. Budapeşte Radyosu hep açık kalsın… Kısacası: ne diyor şair; “İnsanlar ayna gibi…” ❞ ~ Engin Turgut, “Budapeşte Radyosu Hep Açık Kalsın” Evrensel Gazetesi, Kültür Sanat Sayfası, 30 Mayıs 2016
Hacıoğlu V.
-
Sanat Alanı:
Sahne Sanatları
-
Eserin Türü:
Dramatik Metin Yazımı
-
Eserin Niteliği:
Özgün Eser
-
Eserin Tanımı:
"Budapeşte Radyosu" (Şiirler) - Yazar: Volkan Hacıoğlu • "İnsan her düşte kaybolabilir, / Bir kasaba postanesinin önünde / Fotoğrafına rastlamak gibi ölü bir şairin / Mimozalar arasından gülümser Zaman." Volkan Hacıoğlu'nun dördüncü şiir kitabı "Budapeşte Radyosu" Şubat 2016’da yayımlandı. 50'li yıllarda Nâzım Hikmet'in ve bir dönem 70'lerde babası şair Muammer Hacıoğlu'nun şiirlerinin okunduğu Budapeşte Radyosu'nun nostaljik hatırası ile şairin yakın zamanda ziyaret ettiği Budapeşte şehrinin kendi üzerindeki izlenimlerinin şiirleştiği bir kitap. Kitapta tarih, roman, hikâye, estetik, tiyatro gibi farklı sanatsal formlardan yararlanılmış. Şair, şiirin şimdiki zamanını hayatın ve hatıraların '-mişli' geçmiş zamanıyla birleştirirken çağımızın sorunlarına da eleştirel yaklaşıyor. Sonuçta ortaya radyo olarak da 'dinlenilebilecek' bir kitap ya da kitap olarak da okunabilecek bir 'radyo' çıkmış. Şiirin tarihten günümüze kadar gelen sesinin hayatın üzerinde yankılandığı lirik-dramatik bir frekans tutturmuş Hacıoğlu. ➤ ❝ “Budapeşte Radyosu,” “Ahenk Kapısı” ile yöntem olarak paralellik gösterir, birbirinin devamı niteliktedir. Kitap, “Açılış”, “Şiir Saati”, “Devrim Şarkıları”, “Radyo Tiyatrosu”, “Akşam Kuşağı”, “Kapanış Suları” gibi ara başlıklarla ilerler. “Lodos” adlı şiirde Volkan Hacıoğlu, nasıl bir şiir istediğinin, ne yapması gerektiğinin işaretlerini verir: “Başka dünyalardan,/ Öteki hayatlardan, uzak zamanlardan/ Çıkagelen fikirler ve insanlar,/ Ya da İdea’lar ve Kendinde Şey’ler/ Kokularıyla, renkleriyle, sesleriyle sarar etrafımızı.” Bu verilerden yola çıkarsak Hacıoğlu’nun, dünya edebiyatına mâl olmuş edebiyatçılar ve düşünce adamlarından oluşan kültürel bir atmosfer içinden kendi şiirini çıkarmaya çalıştığını görürüz. Kolaj şiir diyebileceğimiz bir çalışma yapmış. Alıntılama yaptığı özlü bir sözün, dizelerin çağrışımıyla şiire başlar. Aynı konu ve düşünceyle buluşturduğu başka şairlerin dizelerinden alıntı yapmaktan çekinmez. Genişleyen duygu, düşünce birliği son sözü kendisinin söylediği sona doğru akar. Kitap, “Açılış” bölümüyle, “Bir Rüya Operası” şiiriyle başlar. ‘Rüya’ olarak öteki hayatlardan, uzak diyarlardan ‘şimdi’ye getirilen yerler Viyana, Macaristan gibi Osmanlı izlerinin de yansıdığı Orta Avrupa’dır. Aziz Stephan Kilisesi’nin bulunduğu meydan görsel bir dille şiirleştirilir. Kamera gözüyle bütün meydanların ortak özelliğini yansıtır: yem yiyen güvercinler, müzisyenler, Çingeneler… Nietzche’yi ağlatan atlar… şiire görsel bir tat katar. Kaybolan hayaller, hatıralar; bütün yaşanmışlıklar bir rüyayla başlar ve bu sisli atmosfer uyanışla sona erer. “Devrim Şarkıları”nda tarih içi bir bakışla Chagall, Kandinsky, Lorca, Franco, Turan Emeksiz, Deniz gibi anmalık isimlerle bir perspektif oluşturur. “Ruhi Bey ile Diyaloglar”a özel bir yer açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Şiir, Edip Cansever’in “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı şiirine nazire niteliğinde. Nazire, bilindiği gibi divan edebiyatında, yazılmış bir şiirin aynı konu ve temayla yeniden ele alınışıdır. Ben daha iyisini yazarım, mantığıyla bir meydan okuma havası vardır, ancak Volkan’ın böyle bir niyet taşımadığı görülür. Her şairin içindeki Ruhi Bey’i ele alır. Kendi deyimiyle “Ruhi Bey, Ruhi Bey’leri düşünüyor!” Zamanın geçişiyle panikleyen, varoluş boşluğu yaşayan, bölünmüş benliğiyle şiir yazan şairin iç konuşmalarını; geçmişiyle, eylemleriyle, zamanla hesaplaşan boşluktaki bir karakteri bilinç akışı tekniğiyle ele alır. Edip Cansever’le aynı mekânları dolaşsa da güzel bir ‘buluşma’ şiirinin oluştuğunu görürüz. ❞ ~ Oğuz Özdem, "Ahenk Kapısı'ndan Budapeşte Radyosu'na" BirGün Gazetesi, Kültür Sanat Sayfası, 15 Eylül 2016. ■ ➤ ❝ Zahmetli bir yola çıkmış. Varlıkla yokluğun arasındaki çileye uğramak için dem olmak gerekiyor. Babadan kalan bir gen ya da çalışkanlık ya da sadece yetenek diyelim, yetmiyor. Ama erken kalkan kelimelerin son sesi olmaktan uzaklaşan başka bir ses ve eda ve tavır ve ahenk ve derin harmoni ile ilk kitabını aşarak, oradan taşarak bugünkü şiir yurduna, şiirin geniş avlusuna uzanabilmek zordur, kahırdır, çiledir, acıdır. Önceleyin bunu başarmış Volkan Hacıoğlu. Çok çalışmış belli ki. İnat ve sabrı yeteneğiyle birleştirmiş sonunda. Volkan Hacıoğlu şiiri mi şimdi oraya doğru akalım mı? Doludizgin akalım hem de. İyi şiirler yazmaya mahkûm edilmiş ve yazıyor da. Sessiz ezgilere, deniz gülü şarkıları bırakarak yazıyor birde. Büyülü imgelerle yolculuğa çıkarken, Rilke okuyan kızlara göz kırparak, içindeki o büyük cevhere dokunarak yazıyor. İyi ki de yazıyor. İnanın bana, abartmadan söylüyorum: şimdi benim ve hepimizin böyle nitelikli şiirler yazan bu şairimizden öğreneceği çok güzellikler vardır. Acı çağ gençleri onlar, çöp yiyen çocuklarla yan yana rüya görmüşlükleri vardır. “Mümkünse müsait bir yerde biraz da utanalım” diyebilecek kadar da kendisidir. Yorgun bir hançere kalbini her yere taşır, şiirimizin son evlatlarından, son ağaçlarındandır. Söz gelimi Zola’yı ne güzel anlatır ve itiraf eder. Ve bir şiirini şöyle zarif akıtır dizelerine: “hayat denilen bu varyetenin, son sahnesini son repliği: sonsuz bir Beckett sessizliği” demesi bir mimoza çiçeği değil de nedir? İyi bir şairin suç ortağı sokaklardır çünkü! Bu şiir kardeşim, şairim Volkan Hacıoğlu Türk şiirinin raf ömrünü uzatanlardandır. Onun şiirleri hayattan kopya çekmiyor, onun şiirlerinde ruh var, can var, hasret var, gurbet var. Kısacası ilham, sezgi ve vahiy denilen kavramları canlandıramayanlar şiir yazamazlar zaten. Bu bağlamda keşfe düşenle şiiri zevk edinmek bizi şair ve şiir kardeşliğine yakınlaştırır. Budapeşte Radyosu hep açık kalsın… Kısacası: ne diyor şair; “İnsanlar ayna gibi…” ❞ ~ Engin Turgut, “Budapeşte Radyosu Hep Açık Kalsın” Evrensel Gazetesi, Kültür Sanat Sayfası, 30 Mayıs 2016
-
Araştırma Alanı:
Sosyal ve Beşeri Bilimler, Felsefe, Dil ve Edebiyat, Türk Dili ve Edebiyatı, Batı Dilleri ve Edebiyatları, Karşılaştırmalı Edebiyat, Dilbilim, Sanat
-
Basım Tarihi:
01.02.2016