Public and private international law bulletin, vol.41, no.2, pp.581-603, 2021 (Peer-Reviewed Journal)
Pursuant to Article 105(2) of the Turkish Commercial Code (TCC), an agent may sue or be sued on behalf of his client
in disputes arising from agreements that the client has brokered or concluded. In Turkey, this agency relationship is
mostly used when lawsuits are instituted against foreign merchants. In such situations, the agent represents the foreign
merchant as a defendant in the suit. Article 105(2) of the TCC aims to protect Turkish merchants by providing them the
opportunity to file a lawsuit before Turkish courts using a notification address in Turkey. The rationale for this process lies
in the fact that there may be no competent Turkish court where lawsuits can to be filed against foreign merchants and Turkish merchants may be compelled to file such lawsuits in foreign jurisdictions. Even where such lawsuits can
be filed in Turkey, the defendant’s country must be notified, and such notification may result in gross expenses
and loss of time. Furthermore, the establishment of jurisdiction and the execution of a judgment without
a notification to the real defendant are unconventional practices which foreign courts may not enforce. In
such a situation, if a foreign merchant does not have assets in Turkey, a Turkish court’s decision will have
no effect and Article 105(2) of the TCC be redundant. Moreover, invalidating choice-of-court or arbitration
clauses just to vest Turkish courts with jurisdiction pursuant to Article 105(2) of the TCC may yield undesirable
results. Therefore, it is suggested that Article 105(2) of the TCC should be replaced with a regulation that allows
lawsuits to be filed in Turkey, where the agent is located.
Türk Ticaret Kanunu m.105(2) uyarınca; acente, aracılıkta bulunduğu veya yaptığı sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıklardan
dolayı müvekkili adına dava açabileceği gibi, acenteye karşı da aynı sıfatla dava açılabilir. Acentenin müvekkilini mahkemede
temsil yetkisi veya izafeten dava hakkı olarak adlandırılan bu imkân uygulamada daha ziyade yabancı tacirler aleyhine
Türkiye’de dava açılabilmesi amacıyla kullanılmakta ve Türkiye’deki acente, yabancı tacire izafeten davalı gösterilmektedir.
Türk tacirleri korumayı amaçlayan bu düzenlemede; yabancı tacire dava açılacak olduğunda Türkiye’de yetkili mahkeme
bulunmayacağı ve davanın yabancı ülkede açılması mecburiyetinin doğacağı, bu mecburiyetin Türk tacirler bakımından
zorluklara sebebiyet vereceği ve yabancı tacire Türkiye’de dava açılabilse dahi yabancı ülkeye tebligatın ciddi masraf ve
zaman kaybına yol açacağı düşüncesiyle yabancı tacire izafeten Türkiye’deki acentesine karşı dava açılması imkânı getirilmiş
ve Türkiye’de bir tebligat adresi tesis edilmiştir. Ancak yabancı tacire izafeten Türkiye’deki acentesine açılan davalarda
acentenin hangi sıfatla yargılamada yer aldığı net olmadığı gibi, yetkinin tesis ediliş biçimi ve hakkında karar verilecek
olan gerçek davalıya tebligat yapılmaksızın bir yargılamanın yürütülmesi sıra dışı uygulamalardır ve bu şekilde verilen Türk
mahkeme kararlarının yurt dışında tenfizini neredeyse imkânsız hâle getirmektedir. Bu halde yabancı tacirin Türkiye’de
malvarlığı yoksa Türk mahkemesi kararının etkisi kalmayacak, bu karar için harcanan zaman, emek ve para heba olacak ve
Türk tacirleri korumak amacıyla getirilen düzenleme Türk tacirlerin aleyhine işlemiş olacaktır. Diğer taraftan TTK m.105(2)
hükmüne istinaden Türk mahkemelerini yetkili kılabilmek için taraflar arasındaki yetki veya tahkim şartlarının geçersiz
sayılması Türk hukukuna ve Türk ekonomisine zarar vermektedir. Bu nedenle TTK m.105(2) hükmünün kaldırılması ve
yabancı tacir aleyhine açılacak davalar bakımından Türkiye’deki acentesinin bulunduğu yer mahkemesini yetkilendiren bir
düzenlemenin getirilmesi gerekmektedir.