Yakındönem Tarihimizde Rodos ve Oniki Ada


Örenç A. F.

Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2006

  • Yayın Türü: Kitap / Araştırma Kitabı
  • Basım Tarihi: 2006
  • Yayınevi: Doğu Kütüphanesi
  • Basıldığı Şehir: İstanbul
  • İstanbul Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Tarih boyunca Akdeniz çevresinde kurulan medeniyetler, bu coğrafyanın özellikleri nedeniyle kendilerini denizlerde hâkim olma mücadelesi içinde bulmuşlardı. Türkler’in 1071 Malazgird zaferi sonrasında kesin olarak Anadolu’ya yerleşmelerinin istikrar bulması, bu arada Ege ve Akdeniz sahillerine kadar ilerlemeleri, Türkleri denizciliğe sevkeden en önemli etken olmuştu. Zira Türkler, denizin ayırıcı değil, medeniyetleri birleştirici bir unsur olduğunu gayet iyi biliyorlardı. XI. yüzyıl sonlarından itibaren Ege sahillerine erişen Türk akıncılar, bu denizin sahil şehirleriyle kıt’aya yakın adalarını sistemli bir şekilde fethederek, hakimiyet stratejilerini yavaş yavaş deniz üstünlüğüne kaydırmaya başlamışlardı. Ancak, Türkler’in bu ilk denizcilik faaliyetleri Haçlı Seferleri’yle 200 yıl kadar kesintiye uğramıştır.

XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu Selçuklu Devleti ve Anadolu Beylikleri döneminde Ege, Akdeniz ve Karadeniz’de tekrar Türk denizcilik faaliyetlerinin başladığı anlaşılmaktadır. Bütün bu denizcilik geleneği daha sonra Osmanlı Türkleri’ne intikal etmiştir. 1453’de İstanbul’un fethi sonrasında Anadolu sahiline yakın adalardan bir kısmında Osmanlı hakimiyeti sağlanmıştı. Bu dönem fetih siyasetinde Boğazlar ve Anadolu sahillerin güvenliği ön planda tutulmuştur. Bu gelişmeler aynı zamanda Türkler’i Doğu Akdeniz’in önemli güçlerinden biri haline getirmişti.

Rodos Adası’nın, 1522 yılının son günlerinde Kanunî Sultan Süleyman’ın bizzat katıldığı bir sefer sonucu fethi ve ardından 1571’de Kıbrıs’ın ele geçirilmesiyle, bu dönem itibariyle Girit hariç önemli bütün Akdeniz Adaları’nda Türk hakimiyeti sağlanmış oluyordu. Bilhassa Kıbrıs’ın fethinde Rodos’un stratejik konumundan önemli ölçüde istifade edilmişti.

Rodos’un fethi, Osmanlılar’ın Akdeniz siyaseti açısından belirleyici olmuştur. Nitekim, Rodos ve etrafındaki Oniki Ada’nın alınışı ardından dikkatler Mora’ya yakın Kiklad Adaları üzerinde toplanmıştı. Bu dönemden sonra deniz gücüne daha fazla önem verilecek ve özellikle İspanyollara karşı büyük bir mücadele içerisine girilecektir.

Doğu Akdeniz’deki bu Türk hakimiyeti çok az kesintilerle XVIII. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Bu dönemden itibaren İngiliz üstünlüğü yavaş yavaş hissedilmeye başlanmıştı. İngiltere, önce bölgede kendine karşı çıkabilecek bir güç olarak gördüğü Osmanlı Donanması’nın Ruslar tarafından 1771’de Çeşme’de yakılmasında etkili olmuş, daha sonra Fransa’nın Mısır seferi esnasında Ebuhır Liman’ında Fransız Donanması’nı ânî bir baskınla yok etmiştir. Bu süreçte Akdeniz Adaları tamamen Türk hakimiyetinde olup, bunlar üzerinde herhangi bir egemenlik tartışması bulunmamaktaydı. Doğu Akdeniz’de yeni güç dengelerinin oluşmasından sonra Yedi Ada’nın önce Fransızlar ardından da İngilizler tarafından işgal edilmesi, Osmanlı-Fransız anlaşmazlığı sırasında Osmanlı-Rus müşterek hareketiyle Yedi Ada Cumhuriyeti’nin kurulması, daha sonra bu ada gruplarının tekrar İngiliz hakimiyetine geçmesi ilk belirleyici gelişme olmuştu. Bu gelişmeleri takiben 1821 ihtilalinde adalardaki Osmanlı vatandaşı Rumlar’ın isyana katılmaları ve ihtilalin bitiminde bağımsız bir Yunanistan Devleti’nin kurulması (1830), uzantısı günümüze kadar gelen Ege Sorunu’nun ilk devresini oluşturmaktaydı.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ege Adaları Anadolu’nun güvenliği için doğrudan önem taşımaktadır. Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti, Ege’nin çekişme ve çatışmalardan uzak bir barış sahası olmasını arzu etmektedir. Ancak, Ege Denizi, bir müddettir Türkiye ile Yunanistan arasında güncelliğini koruyan bir sorun olma özelliğini sürdürmektedir. Dolayısıyla Türk-Yunan ilişkilerinde Ege Sorunu’nun bilimsel ve belgelere dayalı olarak ortaya konulması önem kazanmaktadır. Ege Adaları’nın tarihten günümüze egemenlik devirleri ile Osmanlı idaresi altındaki genel durumları hakkında son dönemlerde bilimsel araştırmalar çoğalmaktadır. Bunlardan ayrı olarak bilhassa Rodos Adası’ndaki Türk varlığını ortaya koyan objektif araştırmalar da bulunmaktadır. Ancak, Ege’deki güncel sorunlara ışık tutacak ve yakındönemde buralardaki idarî mekanizmanın işleyişi ile bağlantılı olarak sosyal ve ekonomik hayatın alt yapısını daha somut ve ayrıntılı olarak gözler önüne serecek çalışmalar, muhakkak ki konunun daha sağlıklı temellere oturtulmasında değer taşımaktadır.

Bahsi geçen mülahazalar ile konun hiç araştırılmamış ve bazı yönleri boşlukta kalmış hususların aydınlatılmasını da amaç edinen bu çalışma, Giriş kısmından ayrı olarak üç ana bölüm çerçevesinde ele alınmıştır. Giriş’te klasik dönemlerden itibaren Rodos’un Anadolu için önemi vurgulanarak, Türk fethine kadar geçirdiği sosyo-ekonomik safhalar ana hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Daha sonra, adanın fethiyle başlayan süreçte Rodos ve bağlı mahallerde devlet teşkilâtı, ilk dönem idarî yapılanması ile bazı siyasî gelişmeler yerli ve yabancı literatür eşliğinde ele alınmıştır.

Bağımsız Yunanistan sonrası Ege’de oluşan dengeler, Tanzimat sürecinde Rodos ve bağlı Ege Adalar’da yaşananlar, 1849 yılında Rodos’un eyalet merkezi oluşu ve yeniden şekillenen Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Eyaleti bünyesindeki sancakların idarî durumları ile bu dönemde imparatorluğun diğer kısımlarında uygulanarak, Ege Adaları’nda da yürürlüğe konulan ıslahat programlarının işleyişi çalışmanın Birinci Bölümü’nde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu bölümde ayrıca XIX. yüzyılın başından itibaren Rodos Sancağı’nın idarî kurumlarının yapısı ve zaman içinde meydana gelen değişimlere değinilmiştir. 1864 ve sonra 1867 yılında gerçekleşen vilâyet yapılanmalarının Ege Adaları’nda başarıyla tatbiki ve son gelişmeler ile Kal’a-i Sultaniye merkezli vilâyette Rodos ve bağlı mahallerde yeni idarî mekanizmaların oluşumu, bu bölümün diğer konuları arasında yer almaktadır. Osmanlı’da Kânun-ı Esasi’nin ilanını müteakip 1877’de Rodos Adası’nın tekrar yönetim merkezi haline getirilmesi ve vilâyetteki son yapılanma süreci yine bu bölümde ortaya konulmaya gayret edilmiştir.

Rodos ve bağlı adalardaki Osmanlı yönetim tarzının, bazı coğrafî etkiler dışında, imparatorluğun diğer yerlerinden hiçbir farkının bulunmadığı, hatta devletin genelinde uygulanan reform programlarının tatbikinde önemli başarıların sağlandığı açıkça anlaşılmaktadır. Adalar yönetimine sadece dönemin önde gelen devlet adamları değil, tarihçi Ahmed Âta, şair Namık Kemal ile oğlu Ali Ekrem ve gazeteci Yusuf Âgah beyler gibi tanınan Osmanlı aydınlarının atanmalarına ve icraatlarına dikkat çekilmiştir. Söz konusu bölümde 1912 yılında Rodos ve Oniki Ada’nın İtalya tarafından işgaliyle Osmanlı Devleti’nin buralarda yürürlüğe koyduğu idarî tedbirler ve bu hususta ortaya çıkan sorunlar ayrıca söz konusu edilmiştir.

İkinci Bölüm’de Rodos ile buraya bağlı mahallerde özellikle XIX. yüzyıl boyunca ve XX. yüzyılın ilk çeyreğindeki sosyal yaşam ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kurumlarının yapısı incelenmiştir. Rodos Şehri’nin mahalleleri ve varoşlarıyla köylerinin fizikî ve demografik durumları ele alınarak, bütün asırlar boyunca barış içinde yaşayan Müslim-Gayrimüslim unsurların müşterek istifade edebildikleri eğitim, sağlık, adalet ve bayındırlık müesseselerinin geçirdikleri değişimler izlenmiştir. 1873’de Rodos’a sürgüne gönderilen yazar Ahmed Midhat Efendi ile Ebuzziya Tevfik Bey’in eğitim alanında gerçekleştirdikleri modern uygulamalara ayrıca dikkat çekilmiştir. Bundan başka Rodos’ta Türk varlığı için fethinden itibaren gösterilen hassasiyet ve yapılan iskân çalışmaları ile güvenlik konularında alınan tedbirlere örnekleriyle yer verilmiştir. Bu bölümde Rodos nüfusunun ekseriyetini oluşturan Türk vakıf ve dîni kurumlarının işleyişi yanı sıra, Yahudi ve Rumlar ile az sayıda bulanan Katoliklere ait dinî kurum ve vakıflarının durumu, bilhassa gelir kaynakları, arşiv belgelerine dayandırılmak suretiyle ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Tarihin her döneminde olduğu gibi yakındönem boyunca da başta Rodos olmak üzere Ege Adaları’nın ekonomik olarak Anadolu’ya bağımlı oldukları bilinmektedir. Bu cümleden olarak, çalışmanın Üçüncü Bölümü’nde söz konusu ekonomik münasebetlerin alt yapısı, özellikle Rodos ve bağlı mahallerin, başta Batı Anadolu sahil kentleri olmak üzere, diğer Osmanlı limanlarındaki ticarî faaliyetleri, yine ağırlıklı olarak arşiv kaynaklarına dayandırılarak ele alınmıştır. Tarım, hayvancılık, sanayi ve endüstri kolları da ayrı ayrı incelenmiştir. Rodos ormanlarının durumu ile adada alınan vergiler ve nisbetleri bu bölümün diğer konu başlıklarını oluşturmaktadır. Bu bölümde yeri geldikçe İtalyan ve Yunan işgalleri sonrası özellikle Müslüman sosyal kurumlarının içine düştükleri duruma dair orijinal bilgilere yer verilmiştir.

Böyle bir konunun incelenmesinde şüphesiz yabancı kaynakların önemi bulunmaktadır. Konuyla alâkalı olanlardan istifade edilmekle birlikte, bazı Avrupalı müelliflerin Rodos ile diğer Ege Adaları’na Türk idaresinin yıkım getirdiği, buralarda devlet otoritesinin bulunmayıp, çok geniş bir özerk idare yapısının hâkim olduğu yönündeki bir takım iddiaları hiçbir surette gerçeği yansıtmamaktadır. Ortaya konulan bu çalışma göstermektedir ki, Rodos ve bağlı mahallerde yaklaşık dört asırlık Türk hakimiyeti, sadece bu devrin değil Avurpa tarihi açısından büyük önemi bulunan antik, eski ve ortaçağlardan intikal eden tarihî kalıntıların, deprem ve diğer doğal afetlerde gördükleri zarar dışında, orijinal hallerini muhafaza edebildikleri bir dönem olmuştur. Ayrıca, Türk idaresinin hoş görüsü altında adadaki bütün unsurlara basta dinî olmak üzere diğer sosyal kurumlarını geliştirme imkanı tanınmıştı ve bu hususta hiç bir dönemde baskı söz konusu da olmamıştı.

Ege Adaları’ndaki idarî teşkilâtın devletin diğer vilâyetleriyle hiçbir farkı yoktu. Osmanlı idarecilerinin, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Eyaleti’nin oldukça geniş coğrafik sahasında ekonomik canlılığı korunmak veya geliştirilmek maksadıyla gerekli gördükleri bazı malî düzenlemeleri yürürlüğe koydukları anlaşılmaktadır. Sağlanan bu ekonomik ayrıcalıkları bir özerk idare biçimi olarak değerlendirmek, kesinlikle tarihî gerçekleri çarpıtmak anlamı taşamaktadır. Zira, ekonomiyi canlı tutmaya yönelik bu tür uygulamalara İmparatorluğun bir çok yerinde tesadüf etmek mümkündür.