Other, pp.1-192, 2023
Bismillâhirramânirrahîm
Elinizde bulunan eser, 1900 yılında vefat eden bir Osmanlı
âlimine aittir. Doğduğu zaman başta II. Mahmut (1808-1839) vardı. Gençliği, eğitimi ve göreve başlaması Abdülmecid döneminde (1839-1861) olmuştur. Bu eseri yazdığında Abdülaziz (1861-
1876) başta idi. V. Murad’ın 3 aylık (Mayıs 1876-Ağustos 1876)
sultanlığından sonra başa II. Abdülhamid geçmiştir (1876-1909).
Müellifimiz vefat ettiğinde (1900) Abdülhamid, sultan olarak başta bulunuyordu. Kendisi eserinin başında hayatı hakkında kısa bazı
bilgiler vermiştir. Hayatı ilim ve irfanla geçmiştir. Çok sayıda eseri
vardır. Bu eseri daha ziyade cami ve benzeri sohbet ortamlarında
cemaate va’z u nasihat yapmak isten öğrenciler için hazırlamıştır.
O yüzden içinde bol miktarda kıssa ve hikâye yer almaktadır. Zira
kıssa ve hikâyeler üzerinden anlatılan olayların zihinde daha kalıcı
olduğu pedagojik bir gerçektir. Tabii ki zamanla anlatılan olayın
uçup gitmesi, geriye sadece hikâyenin kalması da mümkündür.
Müellif bu maksatla bu hikâyelere bolca yer vermiştir. Bu hikâyelerin bir kısmı kabulü mümkün olmayan birtakım olağanüstü olaylara dayanmaktadır. Biz okuyucuya bunları gerçekleşmiş bir vakıa
olarak görmemeleri gerektiğini hatırlatmak isteriz. Bunlar daha
ziyade birer “mesel” niteliğindedirler, hisse için anlatılmış birer
kıssa mesabesindedirler. O yüzden bunlar üzerinden değerlendirme yapmak, bunları esas alarak birtakım tenkitler yapmak doğru
olmaz. Burada esas önemli olan, anlatılan olayı idrak etmek, onun farkında olmak, ondan ders çıkarmaktır. Dolayısıyla kıssaya değil,
hisseye bakmak gerekir diye düşünüyoruz.
Yine kitapta insanların ve diğer bazı canlıların öldürülmesine veya işkenceye maruz bırakılmış olmasına dair hikâyeler de
mevcuttur. Tasvibi mümkün olmayan bu tür hikâyeleri de yukarıda belirttiğimiz üzere birer “mesel” kabîlinden görmek gerekir.
Esasen biz bu tür haberleri birer “mesel” olarak dahi kabul etmek
istemiyoruz. Ancak bunları kitaptan ayıklamayı, böylece kitabın
içeriğine müdahale etmeyi ilmen ve ahlâken münasip görmediğimiz için bunları olduğu gibi vermeyi uygun gördük. Bununla birlikte mümkün olduğunca dipnotlarda bunların doğru bir davranış
olmadığına, bunları tasvip etmediğimize dikkat çektik. Esasen bu
türden hikâye ve kıssalar dinimizin güvenilir eserlerinde, makbul
rivayetlerde yer almayan ekstrem örneklerdir. O yüzden bunlar
üzerinden değerlendirme ve yorum yapmak münasip olmaz.
Eser her ne kadar öğrencilerin va’z ve nasihatlerde kullanmaları için yazılmış ise de nihâî hedef kitlesi cemaattir, halktır.
Burada mesajlar esas itibariyle halka verilmek istenmektedir. Bu
durumda eserde anlatılanlar, sürekli olarak toprak kaybeden, gittikçe gerileyen o günkü Osmanlı insanının bir ölçüde muhatap
olduğu ve kurtuluş için bir çare, bir reçete beklediği hususlardır.
Zira Osmanlının yaşadığı bu sıkıntılar doğal olarak halk üzerinde olumsuz bazı sonuçlar doğurmuş, moral bozukluğuna sebep
olmuştur. Öte yandan eserde önemli bir yer tutan gıybet, haset,
kıskançlık, cimrilik gibi bazı hususlar her zaman her toplumda görülebilen, belli bir dönem ve topluma hasredilmesi mümkün olmayan hususiyetlerdir. Sürekli halkın içinde olan müellifin Osmanlı
halkının yaşamakta olduğu sıkıntı ve sorunları daha fazla görüp
hissetmiş olması, o yüzden eserinde dile getirip bunlardan kurtulmaya dair bazı nasihatler sunmaya çalışması mümkündür. Zira
müellif Mehmed Fevzi Efendi, uzun yıllar imamlık ve müftülük
yapmış, eğitim-öğretimin içinde yer almış, cami ve medreselerde cemaatle ve öğrencilerle iç içe olmuş bir kişidir. O ayrıca tarikat
mensubu olması hasebiyle tekkelerde ehl-i süluk ve tarikat erbabıyla da yakın münasebet içinde bulunmuştur. Öte yandan nâib
olarak muhtelif yerlerde görev üstlenmiş biri olarak halkı daha
yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Üstelik Anadolu’daki pek çok
vilayette bulunduğu gibi Mekke, Medine, Kudüs, Şam gibi bölgelerde de uzun süreler kalmış, dolayısıyla bütün bu coğrafyalardaki
insanları gayet iyi tanımış biridir. Bu şekilde farklı halk katmanları
içinde bulunan bir âlim olarak onların nefse müteallik, ruh dünyalarına yönelik psikolojik sorunlarını gayet iyi bilmektedir. Onları
içinde bulundukları sıkıntılardan kurtarmak, şeytanın ve şeytan
ruhlu her şeyin, herkesin şerrinden, nefislerinin, heva ve heveslerinin manevî baskılarından, kötü ve çirkin ahlâkî davranışlardan
halas etmek ve onları iyi ve erdemli, faziletli ve faydalı hasletlerle mücehhez kılmak için bu kitabı yazmıştır. O yüzden adını
da Felak suresinin ışığı altında sıkıntılardan kurtuluş anlamında
“Tefrîcu’l-kalak fî tefsiri sûreti’l-felak” diye koymuştur. Biz de
isimlendirmeyi yaparken buna dikkat ettik.
O günkü insanların yaşadığı sorunların önemli bir kısmı aslında günümüz için de geçerlidir ve müellifimizin o gün bu sıkıntıları yaşayan insanları kurtarmak için öne sürdüğü çareler bugünün
insanının yaşadığı sıkıntılardan kurtulması için de söz konusudur.
Biz de bu maksatla bu eseri tercüme edip halkımızın istifadesine
sunmak istedik. Ayrıca Osmanlı tefsir kültürünü günümüz insanıyla buluşturmak, bu kültürün tanınıp bilinmesine katkıda bulunmak da eseri tercüme etmemizde etkili olmuştur.
Müellif ayeti önce lügat itibariyle açıklamaktadır. Zaman
zaman kıraat farklılıklarına da değinmektedir. Sonra ayet ve hadislerle izahlar yapmaktadır. Bu arada sahabe ve tâbiûn kavline de
yer vermektedir. Ardından kıssa ve hikâyeler anlatarak üzerinde
durduğu konuyu zihinlere yerleştirmeye çalışmaktadır. Müellifin
yer verdiği bazı hadisler muteber kaynaklarımızda yer almayan zayıf, hatta uydurma hadislerdir. Müellif “terğib ve terhib” maksadıyla yani güzel davranışları sergilemeye teşvik etmek, kötü
amellerden sakındırmak amacıyla bunlara yer vermiş olmalıdır.
Nefis ve nefisle ilgili konular üzerinde ziyadesiyle durmuş olması
hasebiyle eseri bir tür “psikolojik tefsir” olarak düşünmek mümkündür. Pek çok rivayet naklettiği için bir rivayet tefsiri olarak
da görebiliriz. Ancak bu rivayetleri çoğunluk itibariyle ehl-i hâl
ve evliyâullah dediğimiz kişilerle ilgili olduğu, ayrıca meseleleri
tasavvuf erbabının bakış açısı ve yorumlarıyla izah ettiği için eseri işârî/tasavvufî tefsir olarak de değerlendirebiliriz. Zira müellif
meselelere bu zaviyelerden bakmaktadır ve Felak suresinin ayetlerini bu çerçevede tefsir etmektedir.
Müellif tefsirinde başta Kâdî Beyzâvî olmak üzere bazı
meşhur tefsirlerden yararlanmıştır. Bilhassa sureyi lügat ve dirâyet yönünden tefsir ederken bu eserlerden bolca istifade etmiştir.
Bunun yanında Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. Yakup,
Hz. Yusuf, Hz. Eyyûp gibi birçok peygamber ile Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî, Fudayl b. İyaz, İbrahim Ethem, Hasan-ı Basrî,
Zennûn el-Mısrî, Abdulkadir Geylânî, İmam Rabbânî gibi pek çok
tasavvuf erbabının hayatlarından örnekler sunmuş, bunlarla ilgili
eserlerden alıntılar yapmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber ve ailesi ile
sahabiler ve tâbiîlerin hayatından da örnekler vermiştir. Bu noktalarda daha çok Şuayib b. Sa’d el-Hureyfîş’in (ö. 810/1407) er-Ravdu’l-fâik fi’l-mevâizi ve’r-rekâik ve benzeri va’z u nasihat ve
irşat kitaplarından istifade etmiştir. Yine eserde Mevlana, Sa’dî-i Şîrâzî, Ferdiuddin Attâr, Molla Câmî, Hâfız, İmam Bûsîrî gibi gönül ehli zevatın şiirlerinden de bolca beyitler sunmuştur. Biz bu
şiirleri mealen çevirerek verdik. Zira bunları Arapça veya Farsça
vermenin okuyucuya çok fayda sağlamayacağını düşündük. Yine
bu cümleden olarak eserde geçen hadis, haber, kıssa, nakil, beyit
vb. bilgileri kaynağını tespit edip dipnotta vermeyi de eserimizin
hitap ettiği kitle açısından gerekli görmedik, o yüzden bundan imtina ettik. Sadece ayetlerin geçtiği sureyi ve numaralarını vermekle yetindik. Mümkün olduğunca sade ve anlaşılır bir dil ile eseri
okuyucunun istifadesine sunmaya çalıştık. Kitapta hangi konuların nerede geçtiğini daha iyi görebilmek için yeninden başlıklandırmalar yaptık. Faydalı ve hayırlı olmasını Rabbimizden niyaz
ediyoruz.
Gayret bizden, muvaffakiyet Rabbimizdendir.