Yakınçağ Tarihi (1789-1918)- Giriş-


Örenç A. F.

Akademi Titiz, İstanbul, 2013

  • Yayın Türü: Kitap / Araştırma Kitabı
  • Basım Tarihi: 2013
  • Yayınevi: Akademi Titiz
  • Basıldığı Şehir: İstanbul
  • İstanbul Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Yaşadığımız günlerde, bilim ve tekniğin çok ileri boyutlara ulaştığını görmekteyiz. Artık yapay zekanın hayatımızı kuşatması, artan dijitalleşme, günümüz araştırıcılarının iş yükünü bir hayli azaltmıştır. Takibinde dahi zorlandığımız bu teknolojik gelişmeler, bilgiye ulaşmayı ve yaymayı çeyrek asır öncesiyle mukayese edilmeyecek derecede çeşitlendirmiş ve hızlandırmıştır. Bu durum milletleri birbirine yaklaştırmış ve hatta çoğu kez birbirlerinin etki alanına sokmuştur. Hiç kuşkusuz bir anda ortaya çıkan ve bütün ülkeleri etkileyebilen küresel gelişmeler yanı sıra karmaşıklaşan sosyal ve ekonomik dengeler, toplumların geleceğe yürümelerinde tarih biliminin önemini daha da artırmaktadır. Tarih, geçmişle gelecek arasında diyalogu sağlayan vazgeçilmez bir sosyal olgu olduğuna göre, geçmişin değil geleceğin bilimi olarak tarif edilmelidir. Tarih araştırmacıları ve üretenleri olan tarihçiler ise bu bilimin, önce yaşadıkları topluma ve dolaylı olarak insanlığa hizmetini sağlayan en önemli aktörleridir. Tarihi kaleme alanların bu sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaları çok büyük önem taşır. Atatürk’ün dediği gibi “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir hal alır”. 14. Yüzyıldan itibaren Osmanlı tarihini dünya tarihinden ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Osmanlı tarihinin Avrupa ile etkileşimi, 19. Yüzyıla gelindiğinde biraz oryantalizm ve çokça emperyalizm ekseninde zirve noktasına ulaşmıştır. Dolayısıyla Türk tarihine dair nitelikli araştırmalar, aynı zamanda dünya tarihinin aydınlanmasına katkı sağlayacaktır. Ülkemizde bir bilim dalı olarak tarih 19. yüzyıldan itibaren kurumsallaşmaya, daha doğrusu profesyonel bir disipline dönüşmeye başlamıştır. Tarih disiplini 20. yüzyıl başlarında daha belirgin olmak üzere akademik programlarda Edebiyatın bir şubesi olmaktan çıkarak bağımsız bir bilim haline gelmiştir.  Tarihin kurumsallaşması sürecinde, önce Vakanüvislik, ardından yüksek eğitimin nüvesi olan Darülfünun, Encümen-i Dâniş, Âsâr-ı İslamiye ve Milliye Tetkik Encümeni, Türkiyat Enstitüsü, Tarih Tedkik Cemiyeti, Türk Tarih Kurumu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, İstanbul Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi müesseseler kilometre taşı olmuştur. Buralarda akademik tarihin temelleri atılmış, Osmanlı tarihçileri zaman içinde oluşan kıstaslara bağlılık göstermişlerdir. Bununla birlikte yeni nesil tarihçilerin artık edebî üslupla ele almadığı veya alamadığı konular, popüler/amatör tarihçiler denilen zümre eliyle topluma ulaştırıldı. Zaman içinde amatör tarih, kuralsız ve edebî bir üslupla iç içe geçmiş bir şekilde toplumun çok geniş kesimlerinde karşılık buldu.

Osmanlı’da II. Meşrutiyetin ilanı ve özellikle Sultan II. Abdülhamit’in siyaseten devre dışı kalışıyla yaşanan yeni dönemde biraz da ideoloji destekli olarak tarihe ilginin arttığı açıkça görülür. Aynı zamanda tarihi yazan ve yaygınlaştıran Darülfünun gibi modern kurumların sağlam temellere kavuşması yine bu dönemde olmuştur. Meşrutiyet sonrası yükselen tarihe ilgi İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve Sosyalizm gibi siyasî akımların gölgesinde ilerlerken, Cumhuriyetin ilanından sonra 1930’dan itibaren adeta bir seferberlik halini almıştır. Böyle bir tarih seferberliği başlatılınca doğal olarak amatör tarihin toplumdaki önemi artmıştır. Roman başta olmak üzere gazete ve dergilerde yayınlanan hatıratlar, popüler tarihçiliğin yükselmesine katkı yapmıştır. Bu süreçte akademik kurumlar da bu seferberliğin dışında kalamamıştır. Hatta akademik camia, bahsi geçen süreçte tarihçiliğe amatör ivme kazandırmada ve üretilen tarihin geniş kitlelere ulaştırılmasında belli oranda görev almıştır. 1940’lı yıllarda ülkemizdeki siyasi ortam tarih algısını önemli bir argüman haline getirmiştir. Bu yıllara kadar yakın tarih olgusu, daha ziyade tekdüze telakki ile II. Abdülhamit, İttihat ve Terakki ve tek partili Cumhuriyet dönemlerine odaklanmış iken, 1940’lı yıllardan sonra Osmanlıya yaklaşımın değişmeye başladığı ve bu değişimin 1950’li yıllarda daha da ileri seviyelere ulaştığı görülür. 1950’li yıllarda popüler tarihçiliğin adeta zirve yaptığı dikkati çeker. Bu yıllarda başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere akademik tarihi temsil eden kurumlar popüler tarihe nispeten daha gerilerde takip edilmiş, topluma ulaşmada sorunlar yaşamaya başlamışlardır.1950’lerden sonda Yakınçağ olarak tanımladığımız 1789 Fransız İhtilali ile 1918 Mondros Mütarekesi arası dönemi ele alan akademik tarih anlayışı, tarihin edebiyattan ayrı gelişimini savunurken, tam aksine akademik hayatın dışından olup tarihle yolu kesişenler ilgi alanlarını genişletmeyi sürdürmüşlerdir. Popülerleşen tarih, hemen her konuyla ve toplumun ilgi gösterdiği her yeni argümanı kullanarak etkisini artırmıştır.Elbette üretilen bilginin belli kriterlere göre denetimi, sağlıklı bir tarih anlayışının ve dolayısıyla toplum yapısının gelişmesinde önemlidir. Akademik tarihin belli bir disiplin içerisinde bilgi üretilmesine karşılık amatör tarihin sınır tanımayan yöntemleri arasında bir dengeye ihtiyaç olduğu açıktır. Bununla birlikte son dönemlerde akademik tarih geleneğinin belli konularda popüler tarih paradigmalarının oluşumuna katkı yaptığını da görmekteyiz. Her şeye rağmen tarih bilincinin toplumun daha geniş unsurlarına ulaşmasında popüler tarih ve tarihçilerin etkisi göz ardı edilemez. Bir bakıma popüler tarih tarzı, akademik tarihin topluma ulaşma kaygısı taşımasında ve zaman zaman tarih araştırmalarının resmi söylemlere hapsolması eleştirilerinin önlenmesinde mühim bir işlev üstlenebilir. Gerek Avrupa ve gerekse Osmanlı tarihi için büyük önem taşıyan Yakınçağ olaylarının birbiriyle olan irtibatı ve sonuçları dikkate alındığında, Osmanlı için Rusya ile imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren gelişmelerin takibi önem kazanmaktadır. Yakınçağ dönemi, Osmanlı’nın 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’yla tarih sahnesinden çekilme sürecine girdiği ve en nihayet Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’yi başlattığı 19 Mayıs 1919 yılına kadar ilgisini sürdürür.