Feyz Dergisi, sa.349, ss.14-21, 2020 (Hakemsiz Dergi)
Hiç
kuşkusuz, kötü diye bir şey var ve biz bunu her gün görebilir, gözlemleyebilir
hatta tecrübe de edebiliriz. Gözyaşının olduğu, kanın döküldüğü, çocukların acı
çektiği veya acımasız bir biçimde öldürüldüğü bir dünyada kötü yok demek mümkün
değil. Dolayısıyla kötüyü görmezden gelmek hatta yıkıcı sonuçlarını hayra
yormak aşırı iyimserlik olacaktır. Ancak temel sorun kötünün varlığını kabul
etmek veya onu görebildiğimiz kadarıyla betimlemek olmasa gerek. Temel sorun
doğasının ne olduğu ve bizim bunu nasıl ifade edebileceğimizdir.
Çok şaşırtıcı olmakla
birlikte kötünün kendi başına bir varlığının olmadığını söylemek durumundayız.
Buradaki kendi başınalık, mutlaklık anlamındadır. Yani kötünün bağımsız ve
kendinde bir güç olmadığıdır. Nitekim bizlere ürkütücü gelen karanlığın aslında
bir mum ışığıyla dağıldığını biliyoruz. Karanlık kendinde bir varlık yani
mutlak olsaydı, ışığın ona etki etmemesi ve etrafı aydınlatmaması gerekirdi.
Yine bizi oldukça üzen ölüm hadiselerinin de aslında kendi başına bir değer
taşımadığı, sadece yanan bir mumun sönmesi gibi, yaşamın sona ermesi olduğunu
gayet iyi bilmekteyiz. Yine içimizdeki korkuların da aslında, bir şeyleri
yitirmek kaygısından başka bir şey olmadığı açıktır. Buradan hareketle
kötülüğün kendi başına bir tanımının olmadığı apaçıktır.
İnsanların kötü olarak
düşledikleri, belki de korktukları konu aslında insanların Tanrı’dan uzak
kalmak veya onun sevgisinden yoksunluk hissidir. Tanrı inancının olduğu yerde
tıpkı karanlığın ışıktan dağılması gibi, korkunun da ortadan kaybolduğu çok
açıktır. Sevgisizlik de aslında kendi başına var olan bir hususiyet değildir.
Belki de çok erken yaşlarda anne şefkatinden mahrum kalmak, dahası anneyi
yitirmektir. Kendi başına bir değeri bulunmamaktadır. Hep bir şeylerin
eksikliği söz konusudur...