24. Uluslararası Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, Nevşehir, Turkey, 7 - 09 October 2020, pp.76-78
Along with the rise of the urban merchant (burgher) class, who grew rich thanks the
commerce during the Dutch Golden Age, the desire to possess a work of art spread to large
sections of the society and a growing art market emerged in the Netherlands. To meet this
demand, the artist studios (schilderkamer), where an intense activity of creative production took
place, emerge as an important research area for 17th century Dutch Art researchers. In addition
to the socio-economic picture revealed by the information obtained from primary sources such
as guild records, artist biographies and inventory records, the studio reached also to the painter's
canvas, crossing the boundaries of the physical space where the artwork was produced. With
the effect of the increasing competition among the artists, the “Artist in the Studio” depictions,
which satisfy the need to exhibit an original and competent artist identity, were transformed
into a genre in the 17th century Dutch painting and adopted as a theme on its own by the
painters.
In the 17th century, Amsterdam, being the most urban populated city throughout the
Netherlands, possessed economic opportunities and international connections, which became a
prime location for young artists. Rembrandt, who after his first studio attempt in his hometown
Leiden, moved to Amsterdam in 1639, to the upcoming area St.Antoniesbreestraat where he
purchased a property and resided until his bankruptcy in 1656, during which he spent his most
successful years as an artist as he converted his home into a working studio. Early in his career,
Rembrandt gained a reputation for attracting an array of artists who completed their education
but who wanted to gain experience as an apprentice in the presence of a prestigious master. As
well as Rembrandt's authentic style, the untraditional studio methods that he used as a master
also had a role in his success. Considering his studio as an equivalent to Italy experience which
took a part in the last step of young artist’s training as an extent of Grand Tour tradition, instead
of copying the Renaissance masters’ works; preparing his own teaching materials, creating
cubicles in his house for his pupils to work in solitude can be said to be amongst the features of
78
this model. Among these, the technique that Svetlana Alpers regarded as a non-pioneer
approach and called narrative drawing also stands out. What was aimed through this technique,
which asserted that the scenes from the Bible were reenacted by pupils as theatrical performance
in order to transfer the gestures and mimics of the figures from the scenes onto the canvas in a
pictorially appropriate way. This paper, in which the common functioning of the studio and
unique dynamics of Rembrandt's studio in its era will be considered, aims to focus on The
Amsterdam studio, which ensamples a powerful intersection of art and life, through
biographical records from the artist’s life.
Hollanda Altın Çağı'nda ticaretle zenginleşen kentli tüccar (burgher) sınıfın
yükselişiyle, sanat yapıtına sahip olma arzusu toplumun geniş kesimlerine yayılmış ve
Hollanda’da giderek büyüyen bir sanat pazarı oluşmuştur. Bu talebi karşılamak üzere yoğun bir
üretim faaliyetinin gerçekleştiği sanatçı stüdyoları (schilderkamer) 17. yüzyıl Hollanda Sanatı
araştırmacıları için önemli bir araştırma alanı olarak belirmiştir. Lonca kayıtları, sanatçı
biyografileri ve envanter kayıtları gibi birincil kaynaklardan edinilen bilgilerin ortaya koyduğu
sosyo ekonomik tablonun yanı sıra stüdyo, yapıtın üretildiği fiziki mekanın sınırlarını aşarak
ressamın tuvaline de uzanmıştır. Sanatçılar arasında artan rekabetin etkisiyle özgün ve yetkin
sanatçı kimliğinin sergilenme ihtiyacına olanak tanıyan “Stüdyosunda Sanatçı” betimleri 17.
yüzyıl Hollanda resminde bir janra dönüşerek ressamlar tarafından başlı başına bir tema olarak
ele alınmıştır.
17. yüzyılda tüm Hollanda içinde kentli nüfusun en kalabalık olduğu şehir olarak
Amsterdam sahip olduğu ekonomik imkânlar ve ülkeler arası bağlantılar ağıyla genç ressamlar
için bir çekim merkezine dönüşmüştür. Rembrandt da memleketi Leiden’daki ilk stüdyo
deneyiminin ardından Amsterdam’a taşınmış, 1639’da kentin yükselen bölgesi St.
Antoniesbreestraat’da satın aldığı ve 1656’daki iflasına kadar sanat kariyerinin en parlak
dönemini geçirdiği evi kapsamlı bir stüdyo olarak kullanmıştır. Rembrandt henüz kariyerinin
başındayken farklı şehirlerdeki ustaların yanında çıraklık eğitimini tamamlayan ressamların,
sanatçının yanında kalfalık ya da stüdyo asistanlığı yaparak daha fazlasını öğrenmek istedikleri
prestijli bir usta olarak ün kazanmıştır. Rembrandt’ın özgün fırçası kadar bir eğitmen olarak
uyguladığı gelenek dışı stüdyo modeli de bu başarısında rol oynamıştır. Grand Tour geleneğinin
bir uzantısı olarak genç ressamın eğitiminin son basamağında yer alan İtalya deneyimi
karşısında kendi stüdyosunu eşdeğer bir alternatif olarak görmesi, Rönesans ustalarının
yapıtlarını kopyalama yöntemiyle etüt etme yerine kendi ders materyallerini hazırlaması,
öğrencilerin yalnız çalışabilmeleri için evinde fiziki mekân bölmeleri oluşturması gibi
uygulamalar bu modelin özellikleri arasında sayılabilir. Bunlar arasında, Svetlana Alpers’in
öncüsü olmayan bir yaklaşım olarak değerlendirdiği ve narrative drawing olarak adlandırdığı
teknik ayrıca öne çıkar. Kutsal Kitap öykülerinin resmedilmeden önce öğrenciler tarafından bir
tiyatro oyunu gibi canlandırıldığını öne süren bu uygulamayla öyküde yer alan figürlerin jest
ve mimiklerinin tuval yüzeyine en iyi şekilde aktarılması hedeflenmiştir. Dönemin yaygın
77
stüdyo işleyişi ile Rembrandt stüdyosuna özgü dinamiklerin değerlendirileceği bu bildiride
sanat ve yaşamın güçlü bir kesişimini örnekleyen Amsterdam stüdyosunun sanatçının
yaşamından biyografik kayıtlar eşliğinde ele alınması amaçlanmaktadır.